Photography: Agustín Farias

DCO X SPFDJ: HARDCORE TEKNO VE KULÜP KÜLTÜRÜ ÜZERİNE

Röportaj: Deniz Akkaya

2018’de aniden yıldızı parlamasıyla Lina’nın hayatı aniden değişiyor. Dünyanın dört bir yanında sahne alan sanatçı, pandeminin gelişiyle aslında uzun süredir ihtiyaç duyduğu bir ara veriyor. Ancak bu ara onu bambaşka yollara sürüklüyor… SPFDJ ile hardcore tekno yaşam tarzı, kulüp kültürü ve kişisel gelişim yolculuğunun Lina 2.0’a çıkışı üzerine özel bir sohbet gerçekleştirdik…

Photography: Agustín Farias
Neden SPFDJ? Ne anlama geliyor?

Aslında kendim bir raverken gittiğim kulüplere açık tenimden dolayı güneş krem götürmem ile başlayan bir şaka bu. Geceden sabaha uzayan ve bahçelere taşan klasik Berlin kulüp sahnesi işte! Arkadaşlarım arasında her zaman SPF 50 sürmemle tanınırdım ve bu onların çok güldüğü bir şeydi. Bu yüzden bir gün twitter ismimi DJ SPF50 olarak değiştirdim ve daha sonra SPFDJ olarak kısalttım. Referansın aşırı belli olmasını istemedim bu şekliyle daha hoşuma gitti. Daha sonra kelimeyle biraz daha oynadım ve “SpeeDy Fucking DJ”e çevirdim!

Teknoda rastgele karanlık bir kelime alıp tüm sesli harfleri silerek kendi takma adınızı yaratmaya yönelik bir eğilim var ve sadece ünsüzleri kullanma eğilimiyle ilgili olarak adımın bahsedildiğini gördüm, ancak bu bilerek yaptığım bir şey değildi. İsveç genlerimi suçlayabiliriz bunun için.

Gittiğin ilk rave ne zaman ve neredeydi? Bize ilk deneyimini anlat lütfen.

Birinin doğum günü için Leeds’teki bazı üniversite arkadaşlarımla Joy Orbison’u dinlemeye gittim ve sanırım bu, rave olarak adlandırabileceğim ilk etkinlikti. Daha önce kulüplere gitmiştim ancak bu kulüpler insanların yalnızca o gece eve götürecek birini aradıkları türden ortamlardı. Beni bu ilk raveimde büyüleyen şey aslında insanların nasıl hareket ettiği farkıydı. Kalabalığın çoğunun bir eli yumruk havada ritim tutarak dans ediyordu. Clubbing’den öğrenmeyi beklediğim flörtöz, birbirine sürtünerek dans etmeli havadan tamamen farklı bir ortam vardı. Herkesin odak noktası müzikti. Ama gecenin sonunda biriyle eve gidersen bu da artı tabii 🙂

2018’de büyük çıkışını yaptın ve hızla ün kazandın. Ancak 2020’nin gelişiyle parti kültürü büyük bir duraklama yaşadı. Hepimizin hayatı tamamıyla değişti ve sen her gün dünyanın farklı bir şehrinde çalarken bir anda karantinaya girdin. Bu değişim senin için nasıldı?

Aslında itiraf etmem gerekirse başta oldukça yardımcı olduğunu itiraf etmeliyim. Bir molaya ihtiyacım vardı ama kendi isteğimle asla dinlenmezdim sanıyorum ki. O dönem meşgul kalmak zorunda gibi hissediyordum. Her zamanki sorunlarınızdan kaçma psikolojisi işte. Ama daha sonra pandemi süresince kendi üzerimde çalışmaya başladım. Dikkatimi dağıtacak çılgın bir sahne ya da iş olmadan yalnız yaşamak, tabiri caizse beni şeytanlarımla yüzleşmeye itti.  Terapide geçmiş travmalar üzerinde çalıştığım, hiç gelirim olmayan ve kiramı ödeyemediğim gerçekten karanlık dönemlerden geçtim. Duyguları işlemek, geçmişimdeki bazı şeylerin yasını tutmak için birçok günümü resim yaparak geçirdim ve pandeminin yarılarına doğru kardeşimi kaybettim. Tüm dünyam daha fazla alt üst olamazdı herhalde. Dünyayı turlayıp sahnelerimde fiziksel olarak ya da sosyal medya hesaplarım aracılığıyla pek çok insanla bağlantı kurmaktan, faturalarımı ödeyecek paramın bile olmadığı evimde keder, yas ve depresyonla oturduğum ve geçimimi sağladığım müziği yapmaya hiç motivasyonumun olmadığı bir dönem geçirdim.

Tam bir yıl sonra, şuanda, artık çok daha sağlıklı ve işleyen bir versiyonuyum kendimin. Lina 2.0 diyoruz arkadaşlarımızla aramızda. Çok fazla terapi, okuma, boyama ve sindirme yapmam gerekti ama şimdi turneye çok daha sağlam bir temel ile geri dönüyorum. Klişelere cringe oluyorum çok ama gerçekten öldürmeyen şey güçlendiriyormuş.

Photography: Agustín Farias
Photography: Agustín Farias
Nihayet kulüpler geri açıldığına ve yavaş yavaş “normale” döndüğümüze göre bu yaz için seni en çok ne heyecanlandırıyor? Yaz programından bahset bizlere.

Sonunda aslında iki sene önce çalmam planlanan festivallerde çalacağım için çok heyecanlıyım! Dekmantel’i sabırsızlıkla bekliyorum. 2019’da solo konserimden sonra ilk defa çalacağım orada hem de bu sefer Herrensauna ailemle birlikte. Son gün uzatılmış bir kapanış için 4 sanatçımızla (Héctor Oaks, CEM & MCMLXXXV) b2b yapacağız. Tam tamına 2,5 sene önce anlaştık ve o günden beri bunu bekliyorum. Bu özel bir set olacak.

Ayrıca Birleşik Krallık’ın sevimli olacağını düşündüğüm ilk LGBTQ+ Kamp ve Elektronik Müzik Festivali olan Flesh Festivalini ve Primavera Sound, Monegros Desert Festivali, Sziget Festivali, Aquasella, Pukkelpop, Draaimolen Festivali, Waterworks Festivali ve daha fazlasını da sabırsızlıkla bekliyorum. Tomorrowland’in gizli bir sahnesinde arka arkaya iki hafta sonu çalacağım için de çok heyecanlıyım. Bir de çok özel bir kulübe geri döneceğim ama adını henüz açıklayamam.

Programım kesinlikle çok yoğun, bilinçli olup bazı haftasonlarımı yalnızca bir sahne ile limitledim. Çünkü mental ve fiziksel sağlığımın yerinde olduğundan emin olmak istiyorum ancak aynı zamanda bu durgunluk döneminden sonra geri dönmek için heyecanımı frenlemekte zorlanıyorum.

Pandemi neredeyse bir gecede kulüp sahnesini kapattı ve insanların güvenli alanlarını yarattığı kulüp kültürü de uzun süreli bir duraklama yaşadı. Ancak sonunda geri geliyor! Kulüp kültürünü korumak ve yeniden canlandırmak için neler yapabiliriz?

Bence hatırlanması gereken en önemli şey, sadece sanatçılar ve kulüpler değil, dolaplarda, kapılarda, barlarda çalışanlardan, ses ve ışık teknisyenlerine kadar çalışan herkesin bundan çok etkilendiği bir dönem oldu. Birçok insan yeni işler bulmak zorunda kaldı ve kulüpler finansal sorunlar nedeniyle kapandı. Bu nedenle bilet alarak, dışarı çıkıp içki alarak finansal olarak kulüpleri desteklemek önemli.

Yasadışı indirme ya da streaming yerine sanatçıların müziklerini direkt olarak onlardan satın alın özellikle daha küçük çaplı sanatçılar için bu büyük önem taşıyor. Eğer paranız kısıtlıysa, insanlar çevrimiçi olarak müzik veya etkinlikler paylaşarak veya daha fazla insanın görmesi için erişime yardımcı olacak sosyal medyada duyurularla etkileşim kurarak destek olabilir. Gönderileri Instagram’da kaydetmek veya arkadaşlarının hesaplarına yönlendirmek algoritmayı beslemek için iyi bir yol, bence beğenilerden daha ağır geliyor ama emin değilim.

2018’de Intrepid Skin’i kurdun, bu karara ne ilham verdi ve neyi hedefliyorsun? 

2018’den önce, rave’lerde veya radyoda çalarken kolektiflere ve grup projelerine dahil olmuştum ve biraz daha özerklik istediğimi fark ettim. Kendime ait ve kararları kendim verdiğim bir şey. Bu gruplardaki diğer insanlarla karşılıklı ilham alma zevkini yaşadım ve kendi ayaklarım üzerinde durmayı denemeye karar verdim. Başkalarıyla çalışırken her zaman bir çeşit gerginlik ve uzlaşma oluyor ve ödün vermek istemediğim fikirlerim vardı. Ukalaydım da ve müziğin yeterince iyi olup olmadığına dair başkasının fikrine danışmadan oraya müzik koyabilmeyi istedim.

Çoğu label, tüm sürümlerde tutarlı bir ses kimliği oluşturmak için benzer bir stile sahip sanatçıları arar, ancak bunun yerine kendi güçlü kimliğine sahip sanatçıları bulmaya çalışıyorum. Pek çok yapımcının, yayınlamak istedikleri label’ın sesine uyum sağladığını ve kendi yollarını oluşturmak yerine mevcut bir stile göre şekil vermelerini sağladığını görüyorum. Kulüp müziği yapan ama bu mutlaka belirli bir formüle bağlı olmayan, yaratıcılığı farklı bir şekilde teşvik eden sanatçılar bulmaya devam etmeyi umuyorum. Aynı şeyin yeni varyasyonlarını duymak yerine yeni şeyler duymak istiyorum.

Teknonun evrimi hakkında ne düşünüyorsun?

Bunu cevaplamak zor gibi geliyor. Şu anda tekno olarak etiketlenen o kadar çok müzik var ki, ama aslında ondan çok uzaktalar. Ben tekno olmayan pek çok şey çalıyorum ama genç nesillerin beni ve diğer benzer DJ’leri ‘tekno DJ’ olarak gördüğünü düşünüyorum, bu yüzden çaldığımız her şey bu sınıflandırmaya giriyor. Son zamanlarda hard house çalarak eğleniyorum ve zaman zaman hard trance veya hardstyle parçalar çalıyorum, hatta hardcore, elektro veya EBM bile çalıyorum, çaldıklarımın çoğu olsa da asla kesinlikle sadece tekno çalmıyorum. “Tekno” için hızlı bir Youtube veya Spotify araması, bu terminolojinin benim ve meslektaşlarımın tekno dediği şeye benzemeyen müzik için ne kadar yaygın kullanıldığını size gösterecektir ve muhtemelen <130BPM tekno hayranları, benim tekno dediğim şeyin tekno olarak adlandırılmaması gerektiğini düşünüyor. Yani durum karışık.

Bugünlerde geldiğimiz nokta ilginç. Artık kalabalıklar 150BPM’in altındaki ya da ters bas olmayan şeylerden sıkılıyor. Bence pek çok EDM hayranı şu anda teknoya ve hardcore ritimlere yöneliyor ve bu tekno-bitişik türlerin kolay yol yapıları ve erişilebilir, akılda kalıcı akışı daha geniş bir kitleye hitap ediyor. Bir noktada, bugün gördüğümüz mevcut karışım yerine, DJ’lerin sadece tekno çaldığı ve ardından yanlış etiketlenmiş şeyleri çalan DJ’lerin olduğu etkinlikleri göreceğimiz bir tür bölünme olacağını hayal ediyorum. Aslında bu yeni bir şey değil, tarih kendini sürekli olarak türlerin birbirine karıştığı yeni döngüler halinde tekrar ediyor.

Photography: Agustín Farias

Ayrıca bugün sahnedeki en büyük isimler tarafından çalınan tekno tarzının popülaritesinde muazzam bir büyüme görüyorum, hayranlar muhtemelen tech house ya da house türünden geliyor. Moda markalarının moda şovlarında teknoyu giderek daha fazla kullanması ve Berghain’a gönderme yapan yeni Matrix filmi ile teknonun ana akıma daha fazla geçtiğini göreceğimizi düşünüyorum. Umarım yeni seslere sahip yeni yeraltı sahneleri, bunlarla birlikte bir kez daha yükselir!

Photography: Agustín Farias
Ne tür duygular ve deneyimler müziğini etkiliyor?

Beni etkileyen şeylerin tam olarak farkında mıyım emin değilim. Çalışırken iyi bir şey çıkması için sezgilerime dokunmam gerekiyor. Ben her zaman kronik bir aşırı düşünür oldum, çocukluk çağı başa çıkma mekanizmalarımın bir uzantısı. Kulüp kültürünü bulduğumda, düşünmeyi bırakıp duyularımı kullanmaya başladığım, anda tam olarak var olduğum, saatlerce dans pistinde kaybolduğum ve günlük hayatımın aynı aşırı düşünce döngüsünü tekrarlamadığım tek yerdi. DJ’lik bunun bir uzantısıydı, 3-4 saat boyunca müziği kesintisiz hissetmeye odaklanmam gerekiyordu. ‘Arkadaşın söylediği şeyle ne demek istediği’ hakkında düşüncelere dalmak gibi bir seçeneğim yoktu, yoksa çaldığım parçadan kaçardım ve işler garipleşirdi. Bu sezgi, son zamanlarda biraz çelişkili düşündüğüm bir şey, çünkü pandemi başladıktan sonra daha sık meydana geldiğini gördüğüm eski aşırı düşünme kalıplarıma geri döndüğümde kötü setler çalma eğilimindeyim. Şimdi, çalmadan önce kendimi meditasyon teknikleriyle anda kalıyor ve farkındalığımı arttırıyorum. İlhamım, kelimelerle ifade edebileceğim herhangi bir şeyden ziyade sezgisel bir yerden geliyor gibi görünüyor.

Yani, çok duygusal bir insanım ve bu sezgi muhtemelen, terapistimin de dediği gibi, zengin iç dünyamdan geliyor. Bazı karanlık tramvalarım var, bu zengin iç dünyamı yaratmadı payı olan.

En çok ilham aldığım zamanlar, bir konser hafta sonundan sonra eve dönerken ya da ne yazık ki bugünlerde yoğun programım nedeniyle son derece nadir yaşanan kulüp ziyaretlerimden sonra diyebilirim. Sanırım bir kulüpte o “anda bulunma” hissi beni en çok etkiliyor.

Dans müziği ile ilgilenen birine bir albüm önerecek olsan bu hangisi olurdu?

Mount Kimbie – Crooks & Lovers. Bu benim giriş yolum oldu, belki herkeste aynı etkiyi yaratmayabilir ama benim hala bugüne kadar en sevdiğim albümlerden biri. Bunu sevmeyenler Dave Clarke – Devil’s Advocate ile devam edebilir, biraz daha dans ve bazı gerçekten ilham verici parçalar var ama çok yoğun değil, bu yüzden başlamak için iyi diye düşünüyorum.

Sence clubbing veya gece hayatı spiritüel bir boyut içerebilir mi?

Eskiden maneviyatın din ya da ezoterizm olduğunu düşünürdüm ama şimdi benim için maneviyat daha çok kişinin kendi iç dünyasıyla kurduğu bağlantıyla ilgili. Bu anlamda clubbing kesinlikle manevi bir unsur içerebilir diye düşünüyorum, ben kendimle bu bağlantıyı gece hayatı aracılığıyla, günlük hayatın dikkat dağıtıcılarından veya eski başa çıkma mekanizmalarından koparak ve duyularımı kullanarak hissetmek ve ‘sadece’ var olmak için kullanarak bulanlardanım. Fiziksel duyuları tarafından da tüketilen insanlarla çevrili bu zihin durumunu yaşamakla ilgili gerçekten özel bir şey var, spiritüellikteki bir çeşit birliktelik gibi, bir kilisede sessizce yan yana oturan insanların nasıl hissettiğine benzer bir şey.

Sanatçılar dünyayı kurtarmak için ne yapabilir?

Dünyayı kurtarmak mı? Ne kadar da büyük bir hayal! Sanatçı olan çoğu insanın bunu dünyayı kurtarmak için değil, yapamayacakları gerçeğine teslim olmak için yaptığını düşünüyorum.

Dünyayı kurtarmak için insanların temelindeki sorunları – psikolojik sağlıklarını – ele almamız gerektiğine giderek daha fazla ikna oluyorum. Daha sonra psikopatiye, anti-sosyal kişilik bozukluğuna veya narsisizme dönüşen psikolojik hasarı önlemek için her çocuğu ihmal veya istismardan kurtarın. Bu dünyada kendi kişisel çıkarları için başkalarından faydalanmaya veya çevreyi mahvetmeye istekli hiçbir politikacı ya da güçlü insan yoksa, belki sosyo-ekonomik sorunlarımızda değişiklik görebilir veya küresel ısınmayı durdurabiliriz.

Sanatçıların yapabileceği en önemli şey platformlarını iyi bir şekilde kullanmak. Büyük etki büyük sorumluluk gerektirir. Uçuşlardan ziyade daha fazla trene binmenin dünyayı kurtaracağından şüpheliyim ama aynı zamanda ona zarar da vermez, yani seçim sizin!


ÖNERİLEN